3 Haziran 2009 Çarşamba

Nâzım Türküsü

"Nâzım’ı ve diğerlerini güzel yapan, çalışkanlıkları, inatları, entelektüel gelişkinlikleriydi. Güzelliklerinin ölçütü ise, sadece kendini ayakta tutmakta değil, başkalarını da ayakta tutabildikleri bir üretkenlikte saklıydı. Toplumsal eşitsizliklerden kişisel çıkarları için faydalanmayı tercih etmedi bu güzel insanlar. Tam tersine, bu eşitsizliklerin, yoksulluğun, gericileşmenin, ayrımcılığın, savaş çığırtkanlığının üstüne yürüdüler, böyle güzelleştiler.

Nâzım, işgal altındaki bir şehirde büyüdü ve bağımsızlık peşinde, Anadolu’nun yollarına düştü. Araştırdı, sorguladı; uzaktan laf yetiştirmeyi değil, mücadele etmeyi, mücadelenin içinde yer almayı tercih etti.

Bu tercihleri onu şu sonuca taşıdı:

'Toplumsal devrim hedefinden yoksun bir bağımsızlık savaşı kurmaca bir savaştır.'

Heyecan dolu bir yurtsever olarak bağımsızlık yolunun, eşitlik, özgürlük, kardeşlik zeminini döşemekten geçtiğini gördü.

Ve bu noktadan itibaren, tüm hayatını, tüm yaratıcılığını, tüm entelektüel birikimini, tüm heyecanını, ‘insanlığın gençliği’ olarak nitelediği sosyalizm mücadelesine adadı. Kendini adadıkça kendini geliştirmek zorunda hissetti; kendini geliştirdikçe, memleketinin ve tüm insanlığın ulu kurtuluş düşüne daha çok inandı, sevdi ve bağlandı…

Nâzım’ın, ekmeğe, kitaba hasret tüm insanlığın şairi olmasını sağlayan işte bu büyük sevdasıydı. Ortadoğu’dan Uzak Doğu’ya, Latin Amerika’dan Kuzey Amerika’ya, Avrupa’dan Afrika’ya kadar tüm 'büyük insanlık' onun bu sevdasına, hasretine ve inadına inandı ve yürekten sevdi Nâzım’ı.

Onu düşünmek, güzel şey…

Onu düşünmek, ümitli şey…

Dünyanın en güzel sesinden, en güzel şarkıyı dinlemek gibi bir şey…

...

Büyük insanlığın en güzel şarkısını hep birlikte söylemek dileğiyle…

Selam ve teşekkürler sana Nâzım!"

2008, Moskova'dan bir panel broşürü

PİRAYE İÇİN YAZILMIŞ 21-22 ŞİİRLERİ 

22 Eylül 1945

Kitap okurum:

içinde sen varsın,

şarkı dinlerim:içinde sen.

Oturdum ekmeğimi yerim:

karşımda sen oturursun,

çalışırım:

karşımda sen.

Sen ki, her yerde "hâzırı nâzır"ımsın,

konuşamayız seninle,

duyamayız sesini birbirimizin:

sen benim sekiz yıldır dul karımsın...


23 Eylül 1945

O şimdi ne yapıyor

şu anda, şimdi, şimdi?

Evde mi, sokakta mı,

çalışıyor mu, uzanmış mı, ayakta mı?

Kolunu kaldırmış olabilir,

- hey gülüm,beyaz, kalın bileğini nasıl da çırçıplak eder bu hareketi...


O şimdi ne yapıyor,

şu anda, şimdi, şimdi?

Belki dizinde bir kedi yavrusu var,

okşuyor.Belki de yürüyordur, adımını atmak üzredir,

- her kara günümde onu bana tıpış tıpış getiren

sevgili, canımın içi ayaklar!..

Ve ne düşünüyor

beni mi?

Yoksa

ne bileyim

fasulyanın neden bir türlü pişmediğini mi?

Yahut, insanların çoğunun

neden böyle bedbaht olduğunu mu?

O şimdi ne düşünüyor,

şu anda, şimdi, şimdi?..


24 Eylül 1945

En güzel deniz:

henüz gidilmemiş olandır.

En güzel çocuk:

henüz büyümedi. 

En güzel günlerimiz:

henüz yaşamadıklarımız.

Ve sana söylemek istediğim en güzel söz:

henüz söylememiş olduğum sözdür...


30 Eylül 1945

Seni düşünmek güzel şey

ümitli şey

dünyanın en güzel sesinden en güzel

şarkıyı dinlemek gibi bir şey.

Fakat artık ümit yetmiyor bana,

ben artık şarkı dinlemek değil

şarkı söylemek istiyorum...


1 Ekim 1945

Dağın üstünde:

akşam güneşiyle yüklü olan bir bulut var

dağın üstünde.

Bugün de:

sensiz, yani yarı yarıya dünyasız geçti

bugün de.

Birazdan açar

kırmızı kırmızı:

gecesefeları birazdan açar kırmızı kırmızı.

Taşır havamızda sessiz, cesur kanatlar

vatandan ayrılığa benzeyen ayrılığımızı...


6 Ekim 1945

Bulutlar geçiyor: haberlerle yüklü, ağır.

Buruşuyor hâlâ gelmeyen mektup avucumda.

Yürek kirpiklerin ucunda uzayıp giden toprak uğurlanır.

Benim bağırasım gelir: -"Pîrâye, Pîrâye!.." diye 

--Nâzım Hikmet

Hiç yorum yok: