27 Eylül 2009 Pazar

kürk mantolu madonna

'dıştan kabullenmenin, içten isyan etmenin öyküsüdür Raif Efendi'ninki. kendine kurduğu küçük dünyada hapsolmayı özgürlük olarak görüşündeki paradoks insanı çıldırtır. yalnızca bir not defteriyle yaşayabilen, nefes alabilen bir adamdır karşımızdaki. bir kez gerçekten yaşamıştır, ve bunun tekrarının kabil olmadığını anlamıştır. bundan sonrası bir hatıraya sarılmaktan ibarettir. insanın bir maddi hayatı bir de iç dünyası olması şarttır ama bunların birbirine uygun olacağını, birbirine benzeyeceğini iddia etmek yanlış olur der kitap. Raif Efendi'nin maddi hayatı ne kadar fakir ve sıradansa, iç dünyası o kadar zengin ve sıradışıdır. dünya her birimiz için yalnız onu algıladığımız şekliyle, yalnız zihnimizde mevcuttur ama zihnin bu dünyaya katabileceği derinliğin bir hududu yok mudur? Raif Efendi'nin bize gösterdiği, böyle bir hududun var olmadığıdır. zihninin içindeki alemi yaşadığı her gün derinleştiren bu adam her gün aynı şekilde traş olmakta, işe gitmekte, akşam elinde nevaleyle eve dönmekte, kendisini anlamaya asla uğraşmamış ailesiyle aynı çatı altında olmayı sürdürebilmektedir. fakat buna dayanacak kuvveti nereden bulmaktadır? çoğu insanın içini kemiren kendini anlatma gayreti nasıl olup da bu adamın yanından geçmemektedir? bir kez anlatmıştır kendisini, anlayabilecek olana, ve tekrar etmeye uğraşmamıştır bunu, o bir defanın hatırasıyla yetinebilmiştir. Raif Bey yetinmeyi bilmenin insanıdır.'

"Bir kitabı okurken geçen iki saatin ömrümün bir çok senelerinden daha dolu, daha ehemmiyetli olduğunu fark edince insan hayatının ürkütücü hiçliğini düşünür yeis içinde kalırdım."


“İnsanlar nedense daha ziyade ne bulacaklarını tahmin ettikleri şeyleri araştırmayı tercih ediyorlar. Dibinde bir ejderhanın yaşadığı bilinen bir kuyuya inecek bir kahraman bulmak, muhakkak ki, dibinde ne olduğu hiç bilinmeyen bir kuyuya inmek cesaretini göstecek bir insan bulmaktan daha kolaydır.”

"İnsanlara ne kadar çok muhtaç olursam, onlardan kaçmak ihtiyacım da o kadar artıyordu.."

"Her gün, daima öğleden sonra oraya gidiyor, koridordaki resimlere bakıyormuş gibi ağır ağır, fakat büyük bir sabırsızlıkla asıl hedefine varmak istiyen adımlarımı zorla zaptederek geziniyor; rastgele gözüme çarpmış gibi önünde durduğum Kürk Mantolu Madonna'yı seyre dalıyor, tâ kapılar kapanıncaya kadar orada bekliyordum. Sergi bekçilerinin ve birçoğu her gün orada bulunan ressamların artık beni bellemiş bulunduklarını farketmiştim. İçeri girer girmez yüzlerinde bir tebessüm dolaşıyor ve gözleri bu acayip resim meraklısını uzun müddet takibediyordu. son günlerde diğer tabloların önünde oynamıya çalıştığım rolü de bırakmıştım. Doğrudan doğruya kürk mantolu kadının önüne gidiyor, oradaki sıralardan birine oturarak gözlerimi bir karşıma bir de, bakmaktan yoruldukları zaman, önüme çeviriyordum."

"Anlıyorum, anlıyorum... Tamamen yalnızım... ama Berlin'de değil... Bütün dünyada yalnızım... Küçükten beri..."

"Hayatta hiçbir zaman kafamızdaki kadar harikulade şeyler olmayacağını henüz idrak etmemiştim."

“Bir kadının bize her şeyini verdiğini zannettiğimiz anda onun hakikatte bize hiçbir şey vermiş olmadığını görmek, bize en yakın olduğunu sandığımız sırada bizden, bütün mesafelerin ötesindeymiş kadar uzak bulunduğunu kabule mecbur olmak acı bir şey.”

"İnsan münasebetlerinde bir noktada taş kesilmiş gibi kalınmayacağını, ileriye atılmayan her adımın insanı geriye götürdüğünü ve yaklaştırmayan anların muhakkak uzaklaştırdığını karanlık bir şekilde seziyor, .."

" 'Demek beni kıskanmıyorsunuz ha?' dedi. 'Beni sahiden bu kadar çok mu seviyorsun?' "

" 'Benim beklediğim aşk başka!' dedi. 'O, bütün mantıkların dışında, tarifi imkansız ve mahiyeti bilinmeyen bir şey. Sevmek ve hoşlanmak başka, istemek, bütün ruhuyla, bütün vücuduyla, her şeyiyle istemek başka... Aşk bence bu istemektir. mukavemet edilmez bir istemek!' "

"...hiçbir kuvvete dayanmadan beni sürükleyebilecek bir erkek..benden bir şey istemeden, bana hakim olmadan, beni tezlil etmeden beni sevecek ve yanımda yürüyecek bir erkek.. yani hakikaten kuvvetli,tam bir erkek.. şimdi anlıyor musunuz, sizi neden sevmiyorum?.."


"Hayatımın en dolu, en manalı zannettiğim bir devresi birdenbire boşalmış, bütün manasını kaybetmişti. En tatlı emellerinin tahakkukunu gördüğü bir rüyadan acı hakikatle uyanan bir insan gibi içim çekiliyordu. Ona hakikaten dargın değildim; asla kızmıyordum. Sadece müteessirdim. 'Bunun böyle olmaması lazımdı' diyordum. Demek ki beni bir türlü sevemiyordu. Hakkı vardı. Beni hayatımda hiç, hiç kimse sevmemişti. Zaten kadınlar pek acayip mahluklardı. Bütün hatıralarımı toplayıp hüküm vermek istediğim zaman, kadınların hiçbir zaman sevemeyecekleri neticesine varıyordum. Kadın sevebileceği zaman sevmiyor, ancak tatmin edilmeyen arzulara üzülüyor, kırılan benliğini tamir etmek istiyor, kaybedilen fırsatlara yanıyor ve bunlar ona aşk çehresi altında görünüyordu. Fakat böyle düşünerek Maria'ya karşı haksızlık ettiğini çabuk anladım. Onu, her şeye rağmen, bu çeşit bir mahluk addedemezdim. Sonra onun da ne kadar ıstırap çektiğini görmüştüm. Sırf bana acıdığı için bu kadar üzülmesine imkan yoktu. O da aradığı fakat bulamadığı bir şeye yanıyordu. Fakat bu neydi? Bende, daha doğrusu aramızdaki münasebette eksik olan şey neydi?''

" 'Şimdi aramızda noksan olan şeyin ne olduğunu biliyorum! bu eksik sana değil, bana ait... Bende inanmak noksanmış... Beni bu kadar çok sevdiğine bir türlü inanamadığım için, sana aşık olmadığımı zannediyormuşum.. Bunu şimdi anlıyorum. Demek ki insanlar benden inanmak kabiliyetini almışlar... Ama şimdi inanıyorum... Sen beni inandırdın... Seni seviyorum... Deli gibi değil, gayet aklı başında olarak seviyorum..' "

"...yaşamak, tabiatın en küçük kımıldanışlarını sezerek, hayatın sarsılmaz bir mantık ile akıp gidişini seyrederek yaşamak; herkesden daha çok, daha kuvvetli yaşadığını, bir ana bir ömür kadar çok hayat doldurduğunu bilerek yaşamak. ve bilhassa bütün bunları anlatacak bir insanın mevcut olduğunu düşünerek, onu bekleyerek yaşamak.
Dünyada bundan daha ferah verici bir şey olabilir miydi?"

"Bu yaşımdan beri mevcudiyetinden bile haberim olmayan bir insanın vücudu birdenbire benim için nasıl bir ihtiyaç olabilirdi?"

"Bir teklif ve bir kabul... Kısa münakaşasız ve hesapsız! Bundan daha güzel bir ayrılık olamazdı..."

"...kendisinden daha dün ayrılmış gibi taze bir hasret duydum. Kaybedilen en kiymetli eşyanın, servetin, her türlü dünya saadetinin acısı zamanla unutuluyor. Yalnız kaçırılan fırsatlar asla akıldan çıkmıyor ve her hatırlayışta insanın içini sızlatıyor. Bunun sebebi herhalde, 'Bu böyle olmayabilirdi!' düşüncesi, yoksa insan mukadder telakki ettiği şeyleri kabule her zaman hazır."

"Maria Puder'le tanışmadan evvelki boş, gayesiz, maksatsız günler, eskisinden çok daha ıstırap verici bir halde, yeniden başlamıştı. Arada bir fark vardı: hayatın bundan ibaret olduğunu zannettiren bilgisizliğimin yerini şimdi, dünyada başka türlü de yaşanabileceğini bir kere öğrenmiş olmanın azabı tutuyordu. Etrafımın artık hiç farkında değildim. Hiçbir şeyden zevk almama imkan olmadığını hissediyordum."

"Dünyada bir tek insana inanmıştım. O kadar inanmıştım ki, bunda aldanmış olmak, bende artık inanmak kudreti bırakmamıştı. Ona kızgın değildim. Ona kızmama, darılmama, onun aleyhinde düşünmeme imkân olmadığını hissediyordum. Ama bir kere kırılmıştım. Hayatta en güvendiğim insana duyduğum bu kırgınlık, adeta bütün insanlara dağılmıştı; çünkü o benim için bütün insanlığın timsaliydi. Sonra, aradan seneler geçtiği halde, nasıl hâlâ ona bağlı olduğumu gördükçe, ruhumda daha büyük bir infial duyuyordum."

"Bu akşam anladım ki, bir insan diğer bir insana bazen hayata bağlandığından çok daha kuvvetli bağlarla sarılabilirmiş. Gene bu akşam anladım ki, onu kaybettikten sonra, ben dünyada ancak kof bir ceviz tanesi gibi yuvarlanıp sürüklenebilirim."

"Bir insana bir insan herhalde yeterdi. Fakat o da olmayınca?.."

"Hayat ancak bir kere oynanan bir kumardır, ben onu kaybettim. İkinci defa oynayamam..."

15 Eylül 2009 Salı

♠ ♣ ♦-- not the shape of my ♥


He deals the cards as a meditation, and those he plays never suspect.
He doesn't play for the money he wins, he doesn't play for respect..


He deals the cards to find the answer; the sacred geometry of chance, the hidden law of a probable outcome, the numbers lead a dance..


I know that the spades are the swords of a soldier,
I know that the clubs are weapons of war,
I know that diamonds mean money for this art;
But that's not the shape of my YheartY..


He may play the jack of diamonds, he may lay the queen of spades.
He may conceal a king in his hand while the memory of it fades..


I know that the spades are the swords of a soldier,
I know that the clubs are weapons of war..
I know that diamonds mean money for this art;
But that's not the shape of my YheartY
That's not the shape, the shape of my YheartY.


And if I told you that I loved you, you'd maybe think there's something wrong.


I'm not a man of too many faces; the mask I wear is one..


Well, those who speak know nothin', and find out to their cost; like those who curse their luck in too many places, and those who fear are lost..

I know that the spades are the swords of a soldier, i know that the clubs are weapons of war, i know that diamonds mean money for this art..



But that's not the shape of my YheartY
That's not the shape, the shape of my YheartY
That's not the shape, the shape of my YheartY..

♠♣♦♥

3 Eylül 2009 Perşembe

identity mad!

- I wanna talk to you.
- The last time we talked Mr. Smith you reduced me to tears. I promise you that won't happen again.


do i attract you? do i repulse you with my queasy smile?



am i too dirrty?



am i too flirty?


do i like what you like?
i could be wholesome, i could be loathsome, guess i'm a little bit shy.
why don't you like me, why don't you like me without making me try?


i tried to be like Grace Kelly, mmm...

but all her looks were too sad, aaah!


so i tried a little Freddie, MMM!

i've gone identity mad!


i could be brown,



i could be blue,



i could be violet sky!



i could be hurtful, i could be purple, i could be anything you like!



gotta be green, gotta be mean, gotta be everything more!


why don't you like me, why don't you like me?
why don't you walk out the door!

-getting angry doesnt solve anything-

how can i help it, how can i help it, how can i help what you think?
hello my baby, hello my baby, putting my life on the brink.

why don't you like me, why don't you like me, why don't you like yourself?



should i bend over, should i look older just to be put on your shelf?

...

i could be brown, i could be blue, i could be violet sky!
i could be hurtful, i could be purple, i could be anything you like!
gotta be green, gotta be mean, gotta be everything more!
why dont you like me, why dont you like me?
walk out the door!

say what you want to satisfy yourself, hey!
but you only want what everybody else says you should want, you want..

-Humphrey, we're leaving!..